Köşe Yazısı

İNSAN KALMAK

Bebeğimizin doğumundan itibaren evlerimizde birtakım değişiklikler yaparız. Emeklemeye başladığında ona engel olabileceğini, zarar verebileceğini düşündüğümüz eşyalarımızı ulaşamayacağı yerlere kaldırırız. Yürümeye başladığında, bu defa da başka eşyalarımızın ya yerlerini değiştirir ya..

İNSAN KALMAK

Bebeğimizin doğumundan itibaren evlerimizde birtakım değişiklikler yaparız. Emeklemeye başladığında ona engel olabileceğini, zarar verebileceğini düşündüğümüz eşyalarımızı ulaşamayacağı yerlere kaldırırız. Yürümeye başladığında, bu defa da başka eşyalarımızın ya yerlerini değiştirir ya da toplayıp diğerlerinin yanına koyarız. Bütün amacımız bebeğimizi korumaktır. Ayrıca eşyalarımızın da zarar görmesini istemeyiz. Hani deriz ya; mal canın yongasıdır, diye. Bütün bu çabalarımıza rağmen yine de birtakım şeylerin kırılıp dökülmesine engel olamayız. Bazen çok sevdiğimiz bir çiçeğimizin, bazen değerli bir vazomuzun kırıntılarını üzülerek de olsa çöpe atmak zorunda kalırız. Çocukluğunda neye zarar verirse versin biz yine de onu gönlümüzdeki hoşgörü odasının baş köşesine oturturuz. Ta ki aklı erene kadar evimizdeki bu tatlı kovalamacamıza devam eder dururuz.

Ya ortalarda dolaşan “koca eşekleri” ne yapacağız? Çocuk desen çocuk değiller, adam desen adam değiller. Güya eşek kadar insanlar. Biri kaldırıma dikilen fidanı söküyor, biri kırıyor, bir diğeri de sokak hayvanları için duvarın dibine konulmuş su kabını tekmeliyor. Gelin de insan kılığındaki bu “canlıları” koyacak yer bulun düşünce dünyanızda. “Eşek” sözcüğü bile eşeğe hakarettir. İnsanlardan başka hiçbir canlı görmedim ki yaşadığı doğaya zarar versin. Be kardeşim hiç mi sevgi görmedin çocukluğunda! Tekme tokatla mı büyüttüler sizi? Bu nasıl bir insanlıktır? Hangi kin ve nefrettir size bunu yaptıran?

Bizim kuşağın çocukluğu köy evlerinde, doğayla iç içe geçmiştir. Geceleri, yakınlarımızdaki ağaçlıklardan gelen yabani hayvanların sesleri, o günlerde bizi ürkütmüş olsa da, hep kulaklarımızdadır. Onlarla barışık yaşamayı büyüklerimiz öğretti bizlere. “Onlar doğanın dengesidir. Unutmayın ki her canlı karnının doyduğu kadarını yer” derlerdi. Her canlı kendine neyin zarar verebileceğini bilir ve buna karşı korunma tedbirlerini alır, ya kaçıp saklanır ya da uzak durur.

Kediler, evlerimizin içinin, köpekler ise dışının muhafızları gibiydiler. Kimsenin aklına onlara zarar vermek gelmez, hatta evin bir ferdi gibi muamele görürlerdi. Akşam kapımızda göremediğimiz köpeğimizi, odalarımızda gezinmeyen kedimizi, onlara verdiğimiz isimleriyle çağırırdık. Onların doğal ortamlarının kısıtlanmasının onları hırçınlaştırdığını da bilirdik.

Birilerimiz evimizde hayvan beslemeyi sevmeyebiliriz. Bu, bizim o hayvanların yaşam haklarına müdahale etmemizi gerektirmiyor. Kimileri evinde beslerken kimileri de sokağında onlara bir barınak yapar, yiyecek verir. Bunların hiçbirini yapmadığı halde duvarın dibine bırakılan su kabından ve yanındaki bir avuç yiyecekten ne ister insanlar!  Nasıl bir ruh halinin yansımasıdır bu! Ey zavallılar, onları anlaman için soğuk kış gecelerinde aç ve susuz sokakta kalman mı gerekiyor? Bence aynanın karşısına geç, kendine bak. Aynada ne görüyorsun? İnsana benziyor musun?

Kaldırımdaki gencecik fidanı kırana, sökene ne demeli? İllaki kızgın çölde mi kalmaları gerekir ağacın ne demek olduğunu anlamaları için? Hayal yeteneğiniz yok mu hiç sizin? Yoksa onun getireceği yağmura, sıcak günlerde insanlara gölge olmasına mı karşısınız?

Bunları söylerken, altın uğruna yok edilen ormanlarımız için de iki laf etmesek olmaz. Yok edilen sadece ağaçlar değil; soluduğumuz havamız, içtiğimiz suyumuz, kısaca hayatımız ve geleceğimiz. Ne uğruna biliyor musunuz? Yabancı şirketlerin siyanürle çıkaracakları 100 kg altından ortalama 2 ila 4 kg arası pay almak için. Kendi ülkelerinde, orman arazilerine tabiat parkı dahi kurulmasına izin vermeyenler, “sayemizde” ülkemizin ormanlarını talan ediyorlar. Kızılderili atasözü şöyle diyor: “Beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu; son ırmak kuruduğunda, son ağaç kesildiğinde, son balık avlandığında anlayacak…”

Üzgünüm ama kaldırımdaki fidanları sökenleri de, hayvanların su kabına tekmeyi vuranları da biz yetiştirdik. Siyanürcüyü söylemeye hiç gerek yok. Geleceklerini paraya feda edenlerle, sevgi yoksunu olarak büyüttüğümüz bu çocukların canavarlaşmasında katkımız az değil. Her şeye rağmen iyilerin, yüreği hayvan ve doğa sevgisiyle doluların kazanacağına inanıyorum.

Unutmayalım ki hayvanları ve doğayı sevmeyenler, insanları ve insanlığı da sevmezler.

Barış içinde bir dünya için sevgiyle kalın, hep insan kalın…

 

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)

ÜYE GİRİŞİ

KAYIT OL