Köşe Yazısı

ALGI DUVARLARINA YİNE TAKILIP KALDIK

Bir ülke düşününüz ki, ibadethanelerinin girişlerinde ve şehrin belirli noktalarında “SADAKA KUTULARI” bulunmaktadır. Maddî durumu iyi olanlar, o kutulara sadaka mahiyetinde para koyuyorlar; şehrin garibi-gurabası, fakiri-fukarası da o kutulardan -sadece-..

ALGI DUVARLARINA YİNE TAKILIP KALDIK

Bir ülke düşününüz ki, ibadethanelerinin girişlerinde ve şehrin belirli noktalarında “SADAKA KUTULARI” bulunmaktadır. Maddî durumu iyi olanlar, o kutulara sadaka mahiyetinde para koyuyorlar; şehrin garibi-gurabası, fakiri-fukarası da o kutulardan -sadece- ihtiyaçları kadar para alıyorlar ve zaruri ihtiyaçlarını gideriyorlar. Dönemin insanlar hasbel kader ekonomik olarak fakir, ama öylesine faziletli, dürüst ve kaliteliler ki; para dolu kutudan ancak ihtiyaçları kadarını alıyorlar, kimseler görmediği halde… Peki niçin böyle bir usul takip ediliyor? İnsanlar rencide olmasın diye.

O Ülke’nin cadde ve sokaklarında “YİTİK KUTULARI” da mevcut. İnsanlar buldukları para ve eşyaları getirip, o kutulara bırakıyorlar; kaybedenler de gelip, kendilerine ait olanları alıyorlar, diğerlerine dokunmuyorlar bile..

Yine O Ülke’de yol güzergâhlarında “DİNLENME VE KONAKLAMA TESİSLERİ” kurulmuş; insanlar koca ülkenin bir ucundan öbür ucuna yaya veya binitli olarak yolculuk yapıyorlar, bu tesislerde barınıyorlar ve bu tesisler Vakıflarca finanse edildiğinden, kimseden ücret de talep edilmiyor. Vakıflar arasındaki hayr-ü hasenat kazanma yarışı ve rekabetinden dolayı da, kendilerini tercih eden yolculara “DİŞ KİRASI” adı altında bir miktar da harçlık verilmesi işin bir başka güzel yanı. Kurban olduğum medeniyet ve ecdat. Medeniyeti, mutluluğu, kurtuluşu ve saadeti batıda arayanlar zahmet buyurur da, tarihini okurlarsa daha neler öğrenecek neler…Mâlûmdur ki “medeniyet, imanın hayata yansıması halidir.”

Bu anlattıklarım hayal ürünü veya bir masal değil, herhangi bir hikâye kitabından alıntı da değildir. Bunlar, yaşanmış bir hayattan, ders alınası ilginç birer misaldir. Durun durun…”Olur mu böyle şeyler” demeyin. Bunlar ve daha fazlası bu topraklar üzerinde asırlarca yaşandı; çok değil 100-150 sene kadar evvel. Ve bizim ecdadımız bu güzel olayların efsane kahramanları.

Bakmayın siz bu günkü perişan halimize. Millet olarak 200 yıl önce bir “VURGUN” yedik, hala etkisinden kurtulamadık. İslâm’ı “HAYAT MODELİ” bilen dedelerimiz, namaz için Ezan okunduğunda, kuyumcu dükkânları da dahil iş yerlerinin kapısını kapatmadan camilere gidiyor ve namazlarını eda edip geliyorlardı. Emniyeti sağlamak için kapılara vurulan kilitlerin mazisi 200 yıldan fazla değildir.

Bu topraklar üzerinde öylesine bir medeniyet kuruldu ve öyle bir hayat yaşandı ki, ayrıntısına girsek, kimse inanmak istemez. Şimdilerde bir hiç uğruna ana-babasını kesenler, o dönemlerde büyüklerine “öf” bile demiyorlardı. Topluma İslâm Ahlâkı ve Hukuku hakim kılındığından, insanlar dünyada iken Cennet misali bir hayat yaşamışlardır.

O halde bize ne oldu ki, bu hale geldik? Cevabı kısa ve basit: İslâm Nizamı’nı terk eder de başka modeller ararsanız sonuç ancak bu olur. Tuvaleti ve banyoyu, tırnak kesmeyi, bilimi-teknolojiyi daha dün ecdadımızdan öğrenen batılı gangasterleri taklit etmeye kalkarsanız, bundan başka hangi neticeyi görebilirsiniz ki? İnsanlık onur ve haysiyetini yitiren, ahlak ve fazilet adına zerre kadar artı değeri bulunmayan, kendinden olmayanları, zayıf ve bî-çareleri sömürmekten-ezmekten, hatta insafsızca öldürmekten zevk alan, hak ve adalet kavramları lügatında bulunmayan, necis ve zalim toplumların peşine takılan ve onları “model” kabul eden insanlar nasıl iflah olurlar?

Muhafazakârlık, dindarlık, dürüstlük öyle mi? Güldürmeyin insanı. Bunlar güzeldir, iyidir, ama aradığınız yer yanlıştır, orada bunları bulamazsınız. O umdeleri bulacağınız adres belli de, kalbiniz mühürlü, kulaklarınız sağır, gözleriniz kör ise, yapılacak işlem yok. Merhum Hoca Nasreddin anahtarı kömürlükte yitirmiş, evin bahçesinde aranıp duruyormuş. Durumu fark eden ve kömürlükte yitirdiği anahtarı neden evin bahçesinde aradığını soran hanımına: Aydınlık olan bahçede bulamadığım anahtarı, karanlık olan kömürlükte nasıl bulabilirim? Demiş.

Yakın geçmişte dünyada bir ilk olmak üzere Avrupa Birliği Bakanlığı’nın kurulduğu, AB kriterlerinin hayat ölçüsü olarak rağbet gördüğü bir ülke… Ve sözde Muhafazakar-demokrat bir partinin 6. dönem tek başına iktidarı! Eh ne diyelim, sevdalıları, sevenleri iyi günlerde kullansınlar efendim.

Netice itibarıyla yalan, hakaret, alay, iftira ve küfürlerin zirve yaptığı; şaşaalı, tartışmalı bir seçim sürecini daha kazasız belasız, eksisi ve artısıyla geride bıraktık elhamdülillah ve millet olarak tercihimizi öyle veya böyle beyan ettik; hayırlı olsun diyelim. Bir şey daha diyelim: Bu zihniyeti ve iktidarı canı-kanı pahasına destekleyen sözde muhafazakâr ve dahi bir o kadar da dindar insanlara söylenecek tek söz var; İnsanlarımızın bir bölümü mektubu bu defa da yanlış adrese göndermişlerdir, asla unutmayınız. Ve bizler “Algı Duvarlarına bir kez daha takılıp kaldık.” Anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul-zurna az derler.

Dünya ve Ahiret mutluluğunun tek yolu: hayatı , KUR’AN VE SÜNNET ölçülerine göre tanzim etmektir. Hayatı, Avrupa Birliği kriterlerine göre tanzim edenlerin dünyada gerçek anlamda huzurlu ve mutlu olmaları, Ahirette de Rıza-i Bâri-ye nail olmaları ve Cennet’le buluşmaları mı?… Şimdi bir şarkı güftesi geldi aklıma: “ZOR DOSTUM ZOR…. Birilerinin: “İyi de , bunlar dünya gerçeği!” Dediklerini duyar gibiyim. “Bunlar da Ahiret gerçekleri” kardeş. Hoşunuza gitse de gitmese de…

Selâm Hakk’a tabi olanlara.

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)

ÜYE GİRİŞİ

KAYIT OL