Eriyen buzullar, ısınan Dünya, vaktinde yağmayan karlar ve yağmurlar, değişen mevsimler… Bunun sonucunda bir yanda kavurucu sıcaklar bir yanda yoğun yağışlar ve beraberinde getirdiği seller… Tüm dünya gibi biz de..
Eriyen buzullar, ısınan Dünya, vaktinde yağmayan karlar ve yağmurlar, değişen mevsimler… Bunun sonucunda bir yanda kavurucu sıcaklar bir yanda yoğun yağışlar ve beraberinde getirdiği seller… Tüm dünya gibi biz de acı bir şekilde iklim değişikliğinden nasibimizi alıyoruz.
Bir gün geçmiyor ki dünyanın herhangi bir yerinden orman yangını ya da aşırı yağıştan kaynaklanan sel haberleri almayalım.
Bilim insanlarının yıllardır yaptıkları uyarıları dikkate almamanın bedelini canlarımızla ödüyoruz.
Başta kömür olmak üzere fosil yakıtların kullanılması, ormanların yanma veya kesilmesi sonucu yok edilmesi ve atmosferdeki karbondioksit gazının artmasıyla küresel ısınma başlıyor. Bunun sonucunda meydana gelen iklim değişikliği de Dünya’daki tüm yaşamı felakete dönüştürüyor.
Geçen yıl yaşadığımız yoğun orman yangınlarından sonra yapılan eleştirilerin ardından, orman yangınlarına müdahale anlamında biraz da olsa yol almış gibi görünüyoruz. Yetkililerin “Sayın cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla” diye söze başlamamaları da güzel. Bu değişimler elbette iyi şeyler ama biz kendi yarattığımız sonuçlarla başa çıkmaya çalışmayı başarı olarak değerlendirmek zorunda kalıyoruz. Oysa sorunların kaynağını kurutamadığımız sürece sonu olmayan bir sarmalın içinde debelenip dururuz.
Bir yanda ormanlarını koruma mücadelesi veren köylülere reva görülen aşırı güç kullanma görüntüleri, diğer yanda yanan ormanları söndürmek için yapılan mücadeleler. Ortada bir çelişki yok mu? Ormanlarımızı “madene” kurban vermeyiz, diye eylem yapan köylüleri engellemek için, biber gazı da dahil, her türlü yolu deneme emrini veren kolluk güçlerimizin amirlerinin sıcaktan korunmak için bir ağacın altına sığındığı görüntüler… Gerçekten üstünde çokça düşünülmesi gereken çelişkiler bunlar.
Karadeniz’de yaylaları koruma mücadelesinde yaşananlar, Kaz Dağları ve Fatsa ormanlarındaki maden aramalarına karşı yapılan eylemlerdeki görüntüler, Göktürk’teki direniş ve son olarak Akbelen Ormanlarındaki kıyımlara karşı direnenlere yapılan muameleler… Aslında bu ve benzeri doğa tahribatlarına karşı yapılan toplumsal eylemler o kadar çok ki… Bu eylemlerde ön sıralarda olanlar, bilakis oraların gerçek sahipleri, yörede yaşayan köylüler. Çünkü doğalarına yapılacak olan tahribattan ilk olarak onlar etkilenecekler. Akbelen’de çam ağacına sarılmış teyzenin feryatları, sevgi dolu yürekleri sızlattı. Hiçbir politik duruşu olmayan bu feryat, hükümete karşı büyük bir eylemmiş gibi bir algı oluşturulmaya çalışmasının anlaşılır bir yanı yoktur. Köylülerin haklı mücadelesine destek veren çevrecilerin eylemleri de politik olarak değerlendirilemez; çünkü hepimiz aynı gemideyiz ve aynı havayı soluyoruz. Bu ve benzeri eylemlere duyarsız kalanlar ise dolaylı yollardan bedel ödediklerinin farkına vardıklarında çok geç olacaktır. Doğayı tahrip edecek ve çevreye zarar verecek ticari faaliyetler yapılırken bilim insanlarının uyarıları dikkate alınamaz mı? Halka ve bilime rağmen “Ben yaptım, oldu” mantığında hareket, kimseye bir şey kazandırmaz. Bu tarz kararlar alınırken birincil öncelik insan ve doğadaki diğer canlılar olmalıdır.
Sonuç olarak, kuruttuğumuz dereler, kel bıraktığımız ormanlar, kirlettiğimiz doğal kaynaklarımız… Bütün bunlar, güç birliği yaparak önünde duramayacağımız iklim değişikliğini yarattılar.
Kendi ellerimizle geleceğimizi felakete dönüştürdüğümüzün ne zaman farkına varacağız? Küçük hesaplarla, günümüzü kurtarmak uğruna torunlarımızın geleceğini karartıyoruz. Bizler, atalarımızdan miras kalan bu doğayı, daha yaşanabilir bir halde, gelecek kuşaklara bırakma sorumluluğumuzun olduğunu unutmayalım.
Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, yaptığı açılamada, küresel ısınma çağının sona erdiğini, bunun yerine “küresel kaynama çağının” başladığını söyledi. Guterres, sıcaklık artışını sınırlamak ve iklim değişikliğinin zararlı sonuçlarından kaçınmak için dünyaya acil önlem çağrısında bulundu. Tüm ülkeler bu çağrıları dikkate almalıdır.
Tıpkı yok ettiğimiz ormanlarımız ve dereelerimiz gibi ranta feda ettiğimiz tarım arazilerimizin de yakın bir gelecekte bizlere bedel ödeteceğini görmenin zamanı gelmedi mi? Soframıza gelen her şeyin kaynağını da korumamız gerektiğini unutmayalım, unutturmayalım.
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)