Pandemi ve savaş, insanlık adına en önemli kavramların sağlık ve gıda olduğunu hepimize hatırlattı. Sağlık alanındaki bilimsel gelişmeler sayesinde çok şükür pandemiyle mücadelede dünya epeyce yol aldı. Ardından çıkan ve insanlık suçu olarak gördüğüm Rusya-Ukrayna savaşı ise gıda sorununu gündemimizin ilk sırasına oturttu. Ülke olarak izlediğimiz yanlış tarım politikasının bedelini de pahalılık olarak ödemeye başladık. Son yıllarda sadece seçim zamanları hatırladığımız ve Atatürk’ün “milletin efendisi” dediği köylümüzü koymamız gereken yerin başımızın üstü olduğunu bir türlü fark edemedik.
Gelişmişliğin ölçüsü olarak gördüğümüz şehirleşmenin köyleri boşaltacağı ve gıdada dışa bağımlılığı doğuracağını yıllarca göremedik. Sanayileşelim derken, özellikle 1990’lı yıllardan sonra hızla boşalan köylerle tarım ve hayvancılıktan uzaklaştık. Şehrin karmaşasında büyüyen yeni nesil, marketlerden satın aldıkları temel gıda ürünlerinin nerelerden ve hangi şartlarda geldiğini merak etmedi. Köfte ve kebapları yerken kesilen hayvanların nasıl bakılıp beslendiğini düşünmedi bile.
Nihayet bir zamanlar kendi kendimize yetmekle övündüğümüz tarım ve hayvancılığımız yok olma noktasına geldi. Ekmeklik buğdaydan kurbanlık hayvanımıza ve hatta samanımıza kadar ithal eder olduk. Bu gerçeğimizi görmemiz için savaş mı çıkmalıydı?
Bu noktaya gelme nedenlerinin en başında eğitim meselesi geliyor. Genç cumhuriyetimiz sayesinde köylerimize ilk ve ortaokullar yapıldı, ancak devamı gelmedi. Çocuğunun eğitimine devam etmesini isteyen aileler, lise için şehirlere taşınmaya başladılar. Haliyle köy okullarındaki öğrenci sayıları günden güne azaldı ve nihayetinde kapandılar. Ortaokulların da bir kısmı aynı gerekçelerle kapatıldılar. Kapatılmayanlar da bölge okulu haline getirildi. Yani yeni nesil tarla ve bahçe yerine şehirlerin taş kaldırımlarında büyümeye başladılar. Renkli yaşama alışan bu gençler, kazmayı, küreği, çuvalı unutup ineği ve tavuğu resimlerde görür oldular. Takım elbiseli masabaşı işler varken toprağa, hayvan pisliğine bulaşmadan yaşamayı seçtiler. Köyünü terk etmeyenler ise emeklerinin karşılığını alamayınca tarlasını ekmekten vazgeçip ahırındaki ineğini sattı, tavuğunu da kesip yedi.
Milletin efendilerini, doğduğu topraklarda tutup tarım ve hayvancılıktan koparmadan ekonomik ve kültürel anlamda şehirlerdeki imkanlara kavuşturabilseydik bugün bu hallere düşmezdik. Coğrafi bakımdan uygun olan köyleri birleştirilerek belde belediyeleri oluşturulabilir ve kalkınmalarını sağlayabilirdik. Her beldeye açılacak çok programlı liselerle eğitim sorunu çözülür ve şehre göç bir nebze de olsa durdurulabilirdi.
Dünyada sanayileşme uğruna tarımını ihmal eden ülke bulamazsınız. Tank, top, tüfek değil toprak doyurur insanı. Toprağın efendisi de köylüdür. Ona sahip çıktığımız sürece aç ve açıkta kalmayız.
Milletin efendilerine selam duralım ve onları asla ihmal etmeyelim.
Köyümüz de umutlarimizda heba edildi.