Köşe Yazısı

REKLÂMLAR GERÇEK DEĞİL

Önce ilginç bir kıssa: Adamın biri vefat etmiş, defnedilmiş. Nekir-Münker melekleri gelmişler, görevleri icabı sormaları gereken malûm soruları sormamışlar ve demişler ki, “hayatta iken Allah’ın memnun olduğu bir amelin dolayısıyla,..

REKLÂMLAR GERÇEK DEĞİL

Önce ilginç bir kıssa: Adamın biri vefat etmiş, defnedilmiş. Nekir-Münker melekleri gelmişler, görevleri icabı sormaları gereken malûm soruları sormamışlar ve demişler ki, “hayatta iken Allah’ın memnun olduğu bir amelin dolayısıyla, Cennet ve Cehennem’e girme konusunda muhayyer(serbest) bırakıldın; nereye gitmek istersin?” Adam beklemediği bir durumla karşılaşınca, heyecanlanmış, paniğe kapılmış ve bir müddet düşünme sürecinin sonunda, “Cennet’i ve Cehennem’i bana gösterir misiniz?” demiş. Görevli Melekler “olur, gel bizimle” demişler, kısa bir yolculuktan sonra bir kapı açmışlar ve “Cennet burası, bak, incele” demişler. Adam kapıdan içeriye bakmış ve görmüş ki, 5-10 tane sarıklı-sakallı, cübbeli-şalvarlı, tesettürlü  insanlar tesbih-takke, zikir-ibadetle meşguller. “Tamam,  bir de Cehennem’i gösterin” demiş bizim ki ve bir kapı daha açmışlar, “burası da Cehennem, bak, incele”. Kapıdan içeriye bakmış ve görmüş ki, bilumum çalgı aletleri, müzik-dans ve her çeşit eğlence. “Tamam tamam, ben buraya gireceğim” cevabını alınca, Melekler o adamı Cehennem’e atmışlar ve kapılar kapanmış.

Aradan 10 dakika bile geçmeden ‘imdaaaat, beni kurtarın, yandım-bittim-kül oldum..” tarzında feryad-ü figan başlamış ve ardı arkası kesilmemiş bu inilti ve şikayetlerin. Derken Cehennem’in kapısını açmış Melekler ve “ne bağırıyorsun bre adam. Buraya kendi isteğinle girmedin mi? deyince, “ama” demiş bizimki. “Burası sizin gösterdiğiniz gibi değil ki.” Adamın aldığı cevap müthiş ve düşündürücü: ” o senin gördüklerin işin reklâm kısmı idi avanak”. Bu, elbette ki yaşanmış bir olay değil, ama hisse alınması için sohbet meclislerinde anlatılan bir kıssa. Anlayabilene ve ibret alana!

Gelelim işin aslına ve meselenin özüne. Çok partili ve serbest seçim sistemine geçtiğimiz 1950 yılından sonra milletimiz, siyasi yelpazenin sol cenahında yer alan insanların niyetini doğru okumuş, icraatlarını iyi değerlendirmiş ve o günlerden bu günlere kadar sosyalizmi kurtuluş yolu olarak lanse eden o kitleye iktidar görevini tevdi etmemiştir. Muhtemeldir ki bundan sonra da vaziyet böyle devam edecektir. Çünkü siyasetin bu modelini şiar edinenler ile millet arasında “kan uyuşmazlığı” olduğunu herkes biliyor.

Ne var ki, aynı milletin mensupları siyasetin öbür cenahında rol yapan ve kapitalizmi  “huzur sokağı” pozisyonuna büründürerek,  kurtuluşu başka adreslerde arayan sözde sağcı insanların durumunu iyi ve doğru teşhis edemediler. Hem sosyalizmin, hem de kapitalizmin Yahudi menşeli bir oyun ve tuzak olduğunu, İslâm’ın kendine özgü bir hayat modeli bulunduğunu ve her Müslümanın bu modele uygun yaşaması gerektiğini bu millet Müslüman olmalarına rağmen gereği gibi maalesef anlayamadılar.

Türkiye üzerinde “derin ve kirli” hesabı bulunan malum mihraklar, yerli işbirlikçi piyonlarını çok iyi kullandılar. Ve onlar vasıtasıyla beyinlerimize öyle nüfuz ettiler ki, ehl-i küfrün, bizleri kapitalizme mahkum etmek için sosyalizmi  öcü göstermelerini dahi kavrayamadık. Bizi bu çirkef hayat modeline razı etmek için “sosyalizm’i ölüm, kapitalizm’i de hastalık” olarak lanse ettiler, bizler de “ölmektense hasta  olarak yaşamak iyidir” mantığını “iman esası” gibi kabullenir ve savunur hale geldik. Daha açık ifade ile, pirincin içindeki siyah taşları ayıklama becerisini gösterdik, ama beyaz taşların taş olduğunu ya anlayamadık, ya da kabullenemedik. Neticede, içimizden çıkan ve bizden görünen sağcıların eliyle dişlerimizin kırılmasına rıza gösterir olduk.

Düşünebiliyor musunuz? 1950 yılından beri batı emperyalizminin paralı askerleri mesabesindeki sözde sağcı iktidarlar insanlarımızı manevi olarak uçurumun kenarına getirip bırakmışlardır. Ama buna rağmen faturayı bu zaman içinde doğru-dürüst iktidar olamayan solculara, kesmekten de geri kalmamışlardır. Neticede ülkemizde oynanan bir tiyatrodur ve bu tiyatroda sağcılar da solcular da ağa beyleri tarafından kendilerine verilen rolü oynamaktadırlar. Önemli olan oyuncuların rolü değil, oyunun senaristi ve konusudur. Bizi 70-80 seneden beri boş şeylerle oyalıyorlar.

Daha doğrusu bizler millet olarak, işin reklam kısmını gerçek zannettik, perdenin arka kısmında gelişen olayları göremez-hissedemez  bir hale düştük. Dünya üzerinde söz sahibi olan siyaset mühendisleri, başımıza musallat ettikleri ve inançlı insanların eliyle orada tuttukları piyon idarecilere reklâm kabilinden bir-iki icraat yaptırdı, bizler hep bunlarla oyalandık, onları savunur olduk. Hülasa  bu arada kaybettiklerimizin muhasebesini yapma fırsatını bize fazla gördüler.

Birileri “fazla karamsar olma kardeşim. Kaybettiğimiz ne var ki, bu kadar dertleniyorsun” şeklinde itiraz edebilir. Ama durum gerçekten vahim ve bizler manevi alanda büyük kayıplara uğradık. Üslubumdan ve böyle fincancı katırlarını ürkütebilecek konulara değinmemden bazılarının rahatsız olduğunu çok iyi biliyorum. Gel gör ki, bir Mü’min olarak, inanan insanların manen felakete sürüklenmeleri karşısında sessiz kalmayı bir türlü hazmedemiyorum. Ne felaketi mi?  hacıların-hocaların, müridlerin-mürşidlerin, abidlerin-zahidlerin, tarikat – cemaat önderlerinin, kariyer sahibi akademisyenlerin-ilahiyat profesörlerinin, imamların-müezzinlerim ve müftülerin, kendi deyimleri ile dindar ve muhafazakârların, kapitalizm denilen şu gayri İslami küfür nizamını kabullenmesinden, ona kan ve can vermesinden, bu meyanda zina, faiz ve domuz gibi haramların serbest bırakılmasını siyasi kaygılarla meşru görmesinden, sessiz ve tepkisiz kalmasından, itiraz etmemesinden daha büyük felaket, daha büyük kayıp olabilir mi?

Selam ve dua ile….

 

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)

ÜYE GİRİŞİ

KAYIT OL