Köşe Yazısı

RAMAZAN YOKSULLUĞU

Sokağa çıkıp önümüze gelen herhangi bir vatandaşa, Ramazan ayını nasıl tarif edersin? diye sorsak, toplumun yüzde 99’u “bolluk ve bereket ayı” der. Bunun altında yatan temel felsefe, toplum olarak yardımlaşmayı..

RAMAZAN YOKSULLUĞU

Sokağa çıkıp önümüze gelen herhangi bir vatandaşa, Ramazan ayını nasıl tarif edersin? diye sorsak, toplumun yüzde 99’u “bolluk ve bereket ayı” der. Bunun altında yatan temel felsefe, toplum olarak yardımlaşmayı seven bir inancımızın olmasıdır. Özellikle bu ayda aç doyurmanın, fakir fukarayı sevindirmenin manevi hazzı, ruhumuzu besler. Ramazan ayında yaptığımız yardımlaşma, manevi mutluluğumuzu daha da artırır.  Oysa bu seneki ramazan ayında maalesef bu duygulardan mahrum kalacağız gibi görünüyor. Sofrasına iftarlık yiyeceğini zor getirenler, en yakınındaki yoksulu, açı görmez olurlar. Kendi açlığı, başkalarının açlığını unutturur insana. Bu seneki ramazan da böyle koşullar içinde geldi.

Pazarlardaki fiyatların fahiş oranda artması, bırakın başkasını kendi aç karınlarını doyuramaz hale getirdi insanları. Zam treni, gücünü öncelikle petrol, doğalgaz ve elektrikteki fiyat artışlardan alır. Bu üç kalemdeki artışlar domino taşı misali diğer bütün ürünlerin de artmasına neden olur. Hani televizyon ekranlarında vatandaşın biri: Ben zaten elli liralık benzin alıyorum. Bir diğeri ise: Benim arabam yok, arabası olanlar düşünsün, diyordu ya. Pahalılığın geldiği nokta dün böyle söyleyenler artık konuşamaz hale geldiler. Yaptıkları hesabın yanlış olduğunu onlar da gördüler. İftar sofrasına pide alırken cebi yanınca ramazan bolluğunun kalmadığını fark ettiler. Manavdaki bir kıvırcık marulun on beş TL olduğunu görünce şaşkınlıktan gözleri açıldı. Ayçiçek yağı neredeyse kuyumcuda satılacak hale geldi. Yani anlayacağınız bolluk ve bereket ayı gitti yokluk ayları başladı. Bunun uzun süre de devam edeceği tahmin ediliyor.

Fahiş fiyat artışlarını kimi pandemiye, kimi savaşa, kimi de dış güçlere bağlayarak sorumluluğu üstünden atmaya çalışsa da işin temelinde üretimden uzaklaşmamız yatıyor. Köyleri geliştirmek ve kalkındırmak yerine insanları şehirlere yığarak üretimin de sonunu getirdik. Gazi Mustafa Kemal Atatürk: “Köylü milletin efendisidir.” derken üreten köylünün ne denli önemli olduğunu ve korunup kollanması gerektiğini söylemek istiyordu. Biz ise bırakın üretmeyi, devletin elindeki üretim gücünü de yok ettik. Üreticiyi destekleyen kurumları ortadan kaldırıp, onları bir avuç gözü aç tüccarların eline bıraktık.

Şimdi çıkıp birileri: Yüksek enflasyonu savaş ve pandemiye bağlayarak bunun üstünden siyaset yapmanın doğru olmadığını söylüyor. Oysa aynı kişiler II. Dünya Savaşı yıllarındaki kuyrukları her fırsatta dillerinden düşürmeyip dönemin yöneticilerini suçluyorlardı.

1970’li yıllarda dünyada tarımda kendi kendine yeten yedi ülkeden biriydik. Bugün ise yurt dışından ekmeklik buğday ithal ediyoruz. Üreticimizden tonunu 2.250 TL’den aldığımız buğdayı Ukrayna’dan 6.000 TL’den ithal ediyoruz. Ülkemizin çiftçisine vermediğimizi Ukraynalı çiftçiye veriyoruz ve ekmeğin ve pidenin pahalılığından şikayet ediyoruz.

Ülke olarak o hale geldik ki, fındık ve narenciye dışında ithal etmediğimiz bir tarım ürünü kalmadı. Ekonomide izlenen politikalarla yolumuza devam edersek yokluk ve yoksulluğa mahkum olacağız gibi görünüyor. Tek çözüm var; Üretmek, üretmek, üretmek…

YORUMLAR (3)

  1. Suat Bozkurt diyorki:

    Kuyrukta bekleyenlerin hemen hiçbiri yaşadıklarından şikayetçi değil.Garip olan bu..

ÜYE GİRİŞİ

KAYIT OL