Köşe Yazısı

ENGELLİ RESSAM MI, KÖR İNSAN MI.?

(Bu sosyal tespitlerde engelli kardeşlerimizi yılda bir kez hatırlamayan vicdanlı siyasileri imtina ediyorum. Lütfen onlar da ön yargılarını kırsın.) Sevgililer günü dediler, inandık.! Anneler günü dediler, inandık.! Babalar günü dediler,..

ENGELLİ RESSAM MI, KÖR İNSAN MI.?

(Bu sosyal tespitlerde engelli kardeşlerimizi yılda bir kez hatırlamayan vicdanlı siyasileri imtina ediyorum.
Lütfen onlar da ön yargılarını kırsın.)

Sevgililer günü dediler, inandık.!
Anneler günü dediler, inandık.!
Babalar günü dediler, inandık.!
İnsan bir inanmaya görsün, bilmem neyim hıyar diyene tuz alır koşar.
O yüzden neye inanacağına dikkat etmek lazım…

Tüm bu inançların içinde bir de Dünya Engelliler Günü var.
Hani şu tekerlekli araçların önünde fotoğraf çektirip vicdani mastürbasyon yapan siyasiye veya siyasi arenaya çıkacak adayların, komik duruma düştüğü fotoğrafların resmedildiği Dünya Engelliler Günü…
Kimin engelli olduğu belli olmayan eğlence …
Engelli kardeşimizin yanında yılda bir poz vermek mi engellilik, yoksa engelliyi topluma kazandırmakla kalmayıp dünyaya tanıtacak akla sahip olamamak mı engellik.?

Bakın şimdi size dünyanın tanıdığı, birçok ulusal ve uluslararası makalelerde, dergilerde, belgesellerde bir de dünya bilim insanlarının laboratuvarında yer bulan bir dehadan söz edeceğim.
Bu adamın yaptıklarına inanamayanlar gerçeği mucizeye bağlıyor gerçeğin de mucize olduğunu bilemeden.

“Kalp gözü açık” gibi cümleyle işi kotarmaya çalışanlar da cabası.

BİR ADAM DÜŞÜN!
Bir dehâ, bir aydın, bir olağanüstü insan düşünün.
Düşünün ki; bu adam evrende olan tüm renkleri tuvalden ruha geçirsin.
Tonlamaları gören gözlerin ruhunda fırtına koparsın.
Akan nehirlerde nehrin kenarında çiçekler, nehirle raks etsin.
Nehrin çağlayanlarından düşen suyun hızı sonucu oluşan köpüklerin renklerine kelebekler ölüme koşsun.
Suyun sesinden kuşlar bahar geldiğini anlasın.
Ayılar kış uykusundan uyansın.

Okyanusta yunuslar sevgiyle yüzerek dans etsin.
Doğayı kirletmeyen, doğa içerisinde şirin mi şirin güzel güzel evler içerisindeki hanımefendiler, sabah mahmurluğu ile kalkıp süt ineklerini sağsın.
Başı beyaz yazmalı bir kız dağlardan koşarak köyüne gelsin.
Üsküdar’da kız kulesi, İstanbul’un iki yakası, Edirne de Meriç, Boğaz’da Haliç resimde dile gelsin.

Dostlarım bir insan sonradan kör olsa el yormadı maharetiyle önceden gördüğü doğayı, şekilleri, renkleri resmeder ancak bu adam doğuştan görme engelli.
(Köy ya hu kör. Anladın)

Bu nasıl olur.?
Bu nasıl olacak iş.
Dikkat ediniz.
Bu adam hikayesini şöyle anlatıyor.
1953 yılında İstanbul’da doğdum ve anadan doğma görme engelliyim.

4-5 yaşlarındayken bir şey fark ettim. Neden annem babama önüne dikkat et demiyor ve neden hep bana bir uyarı geliyordu.
Bunu babama sorduğum zaman, babam benim görmediğimi söyledi.
Oğlum yavrum, biz dedi bakıyoruz bir şeye gözümüz o şeye baktığı zaman görüyor ama senin bu imkânın olmadığı için göremiyorsun. Biz o yüzden sana uyarı yapıyoruz.
Görmediğimi o seneler anladım.

Ben bu dünyaya bu şekilde geldim.
Peki ben bu dünyaya bu şekilde geldiysem ve bu şekilde de öleceksem neden dünyamı tanı mıyım.?
Peki nasıl tanıyabilirim.
Her şey gözle görmek değildir.

Gözle görmeseniz de bizlerde öyle bir mekanizma var ki yani sizde de “eğer kullanmasını bilirseniz yapamayacağınız hiçbir şey yoktur ve her şeyi yapabilirsiniz.
Tabi başta istek gerekir bu şart.
Azim gerekir, hırs gerekir, inatçılık gerekir.”
Ben dedim ki madem ben bu dünyada yaşıyorum. Bu dünyayı öğrenmek istiyorum ama neyi nasıl öğrenebilirim.!

Sesi duyuyorsunuz soruyorsunuz…
Bu ses ne?
Bu seste uçak geçiyor diyorlar.
Bir dahaki sefere, o sesi duyduğunuz da yukardan uçak geçiyor diyorsunuz, öğreniyorsunuz.
Ama ben bir şeyi şeklini öğrenmek istedim ve altı yaşında başladım.
Önemli olan öğreneceğim şeklin iki avucumun içinde olması gerekiyor.
Bir şeyi aldım.
Görene soracağım.
Bu ne?
Bu ne diyelim ki elma.
Peki nasıl durur bu elma.
Önce elmanın nasıl durduğunu sormam lazım.
Elmayı örnek veriyorum ama siz dünyadaki bütün cisimleri düşünün.

Cisimleri öğrendikten sonra bunu hangi renkte olduğunu öğrenmek zorundasınız.
Görenler olmasa hiçbir şeyi kendinizin bilmesine imkân yok.
Elime yeni gelen bir şeyi soruyor ve onun üzerindeki detayları öğrenmek istiyorum.

Örneğin bu kuş; bu gagası, bu gözü tarif ediyorlar.
Anadan doğma görmeyen birisinin hayal dünyası çalışmaz.
Hayal dünyası çalışmayan birisi nasıl çizecek.
Benim görmediğim halde nasıl hayal edebildiğimi Harvard Üniversitesi inceledi.
(Türkiye’deki üniversitelere bu gerçek kapak olsun.
Siz neredeydiniz.)

Gelelim elmaya.
Elmayı çizmem için renklerini öğrendiğim kalemlerin yanımda olması, siyahın, kırmızının yerli yerinde olması yeterli.
Birde parmak uçlarımın zemine dokunmasıyla oluşan beyin yeteneği.
Elmanın rengini ve güneşin elmaya vurduğunda elmanın gölgesinin siyah olduğunu bana babam öğretti.
Gölgeyi siyah elmayı al çeperli resmettim.

Bu adamın adı EŞREF ARMAĞAN

Bu gerçekte görüyoruz ki, şerefli Eşrefi yetiştiren sorduğu sorulara sıkılmadan “aman çocuğum çok soru soruyorsun” diye usanmadan cevap veren tüm cisimleri ve renkleri tanıtan ailesi.

Burada görüyoruz ki gözleri görmese de hayal dünyası geniş, hür aklı ve irfanı seçmiş bireyler engelli değil, gözleri gördüğü halde düşünmeyen Allah’tan başkasına biat eden, ruhunu şeytana satmış herkes ama herkes engelli köledir.
Onlara her gün evren engelliler günüdür.
Varsın her gün kutlasınlar.
Ben kutlamıyorum.

Doğru yolda olana selam olsun.

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)

ÜYE GİRİŞİ

KAYIT OL