İnsan hayatının şekillenmesinde, hayat modelinin belirlenmesinde ailenin ve çevrenin elbet etkisi vardır; ama esas belirleyici etken eğitimdir, eğitim sistemi ve eğitim ordusudur. Geride bıraktığımız asır içerisinde, inancımızın amele dönüşmesi ve..
İnsan hayatının şekillenmesinde, hayat modelinin belirlenmesinde ailenin ve çevrenin elbet etkisi vardır; ama esas belirleyici etken eğitimdir, eğitim sistemi ve eğitim ordusudur. Geride bıraktığımız asır içerisinde, inancımızın amele dönüşmesi ve yansıması olan öz kültürümüzü, kendi medeniyetimizi arka plana iterek; çağdaşlaşma ve modernleşme sevdasına tutulduğumuzdan, bâtıl prensipler üzerine inşa edilen batı tipi hayat modelini kendimize şiar edindik.
“Aşkın gözü kör olur” özdeyişini ispat etmek istercesine, bu karmaşa içinde bize ait olan eğitim sistemi ve modelini rafa kaldırıp, “materyalist felsefe” üzerine kurgulanan, sapık ve temelsiz bir öngörü olduğu aklı selim, vicdanı hür, insaf sahibi bilim adamlarınca da artık kabul edilen “evrim teorisi” ni esas alan; adında “millî” kelimesi bulunmasına rağmen, millîlikle uzaktan-yakından ilgisi bulunmayan, ruhsuz ve batı tipi eğitim sistemini benimseyince, aradan bir asır bile geçmeden, bu günkü perişan tablo ile karşı karşıya kaldık. Maalesef, yıkımın ve hurdaya dönüşün temelinde bu sevda yatmaktadır. Kabul etseniz de etmeseniz de, hoşunuza gitse de gitmese de hâl-i pür melâlimiz budur. “Ağaç yaş iken eğilir” atasözümüzü tasdik edercesine, eğitim çağındaki pırıl-pırıl çocuklarımızı yanlış istikamete yönelttik ve şimdi ortaya çıkan utanılası sahne ile yüzleşmek durumundayız. Öyle, bahçeye diktiğiniz fidanı hangi yöne çevirirseniz, tabiat kanunları gereği fidan o yöne doğru; ama eğri,ama yamuk.Ve o ağacı büyüdükten, kalınlaştıktan sonra düzeltme şansınız adeta yok gibidir, zorlarsanız kırılır.
Bakmakta olduğumuz manzarayı tahlil ederken, gerçekleri yok sayma veya yanlış yorumlama hakkımız yoktur. Böyle yaparsak önce kendimize, sonra da herkese ihanet etmiş, mevcut sorunları görmezden gelmiş oluruz ki, bu çare de değildir, mantıklı da değildir. Hastalığın teşhisine geçmeden önce belirtmeliyim ki, eleştiriye muhatap olan maalesef bizim çocuklarımızdır. Âsi’siyle– isyankâr’ıyla, cani’siyle– zani’siyle, arsız’ıyla–hırsız’ıyla, balici’siyle– tinerci’siyle ve iyisiyle– kötüsüyle “bu çocuklar bizimdir.” Gençlerimize fatura kesmek ucuz kahramanlık demektir. Zira Allah bu çocukları, tertemiz birer bebek olarak bizlere emanet etti; bizler emanete ihanet ettik, çocuklarımızı kirlettik. Bu faturayı ödeyecek olan biz yetişkinleriz, çünkü: neticenin müsebbibi bizleriz. Bu nedenle, gençlerimize karşı öfke ile davranmak, onları dışlamaya yeltenmek, hor görmek, ya da hakaret etmek haddimize değildir. Hekim, hastasına kızar mı, bu nasıl tavır? Bu çocuklar gökten zembille mi indiler? Çocuklarımız ve gençlerimiz göz bebeğimizdir, geleceğimizdir, istikbâlimizdir. Onları sevmek, korumak, kollamak ve şefkatle yaklaşmak görevimizdir. Ama bu durum, var olan manzarayı yok saymak anlamına gelmemelidir.
Çevrenize ibret nazarıyla bakınız. Az sayıdaki istisnalar bir yana, gençlerimizin ekseriyeti “mide ve şehvet” düşkünü. Vatanımızı, bayrağımızı, mukaddesatımızı kendilerine miras bırakacağımız çocuklarımız müzik, dans, içki, kumar ve şehvete esir olmuş durumda. Süflî arzularından başka ideali ve gayesi olmayan bu çocukları başka ülkelerden ithal etmedik, bunlar bizim eserimizdir.Tabloya bir bakar mısınız Allah aşkına!
Çocuklarımız dünyadaki spor klüplerinin tüm oyuncularını, oyuncuların tüm meziyet ve özelliklerini, kalitesi ve kariyerini; hangi takımın hangi takımı hangi sene hangi skorla yendiğini ayrıntılarıyla biliyorlar. Hangi müzik grubunun veya müzisyenin hangi şarkıları okuduğunu, şarkıların güftelerini ve bestelerini ayrıntısıyla biliyorlar; kumar çeşitlerinin her dalında muazzam birer uzman; eğlencelerin her çeşidine aşina. Bu hususlarda akıllara durgunluk verecek kadar bilgi ve ilgi sahibiler de, esasen meselenin korkunç boyutları bundan sonra göze çarpıyor. Yeme–içme, gezme–tozma, lüks– eğlence, şehvet–şöhret konularında durum bu iken; vatan–millet, ezan–bayrak, maneviyat–mukaddesat söz konusu olunca, çocuklarımızda ne ideal var, ne istek;ne bilgi var, ne ilgi. Söyleyiniz, bu gidişat nereye?
Gençlerimiz örf ve adetlerine yabancı, gelenek ve göreneklerinden habersiz, tarihine-kültürüne ilgisiz, medeniyetinden-mazisinden çok uzak, perişan mı perişan, dağınık mı dağınık. Adeta, son baharda sararıp dalından düşen yaprakların esen rüzgâra kapılıp, sağa-sola uçuşması misali, yabancı kültürlerin kasırgasına teslim olmuş, benliğini unutmuş, özünü inkâr etmiş, millî şuurdan yoksun, manevi cenahı bomboş olan bu çocuklarımızı ihmal ve zayi etmiş yetişkinler, idareciler ve eğitimciler olarak kimse kendisini “suçsuz sayma” gafletine düşmesin. Çünkü:“Sütten çıkmış ak kaşık” pozisyonuna uygun fazla insan yok aramızda, boşuna aramayın. Sağa-sola koşuşmak, birbirini suçlamak, ona buna saldırmak asla çözüm değildir. Bu gidişat bir şekilde durmalı, herkes üzerine düşeni yapmalıdır vesselam.
Dini dar gençlikle dindar gençlik harman yapılmamalı. Birilerinin ağzında sakıza dönen “dindar gençlik” nutuklarla söylemlerle yetişmez ve “âyinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz” Gündemi değiştirmek veya başarısızlıkları perdelemek, ya da bazı siyasi beklentilerle geleceğe yatırım yapmak amacına matuf olarak yaldızlı nutuklar atmak, “umudu sermayesi” olan bazı saf insanlarımızı oyalamak bu sorunun çözüm şekli değildir. Eğitimin şekli ile meşgul olanlar içeriğine bir göz atma zahmetine katlanırlarsa, gerçekleri görmüş olurlar ve ayakları belki de ilk defa, bu vesile ile yere basar. Hayal kurmak veya futbol maçlarında kaleciyi ters köşeye yatırmak mevcut yasalara göre suç değildir, ama “umuda yolculuk” yaparken, insanları yanıltmak ve ardından sürüklemek ahlâki de değildir, vicdani de değildir.
Evet, bu yaraya birileri neşter vurmalı, ama ihlasla, samimiyetle, iyi niyetle. Siyasi rant uğruna bunu istismar edenler asla iflah olamazlar, huzur bulamazlar, dünyada da Ukbada da….Selâm ve dua…
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)