49 yıl öncesinde küçük bir kasabanın güzel dostluklarından biri sürer. Çocukluktan gençliğe geçiş yıllarıdır. Evler yakın, yollar Arnavut taşlıdır. İki katlı evler çoğunluktadır. Benim o evlerin merdivenlerine hayran olmam o..
49 yıl öncesinde küçük bir kasabanın güzel dostluklarından biri sürer. Çocukluktan gençliğe geçiş yıllarıdır. Evler yakın, yollar Arnavut taşlıdır. İki katlı evler çoğunluktadır. Benim o evlerin merdivenlerine hayran olmam o arkadaşımın evinde başlar.
Güvenli ve sıcak evlerdir, merdivenli evler. Okula gitmemiz dışında soluğu arkadaşımın evinde aldığım bugün aklımda kalmış anılar içinde.
Bir pikap vardı ve bizler harçlıklarımızı biriktirip 45’lik plak alırdık. Cem Karaca ve Zafer Banu Hülya grubunun plakları ilk aklıma gelen. Aynı plağı belki 30 kez dinlerdik. Onun verdiği mutluluk ve hazzı bugün çoğu araç veremiyor.
Mahallemize Yeni Sinema açılıyor. İlk gösterim bedava. Sinema tıklım tıklım doluyor. Sinema yıkılacak diyorlar. Ben o kalabalığa girmek istemediğimden gitmiyorum. Merak ediyorum elbet. Sonraki günlerde de sık sık gidiyorum. Doktor Jivago’yu orada izlemiştim.
Arkadaşımın evi sinemanın hemen yanında, yaz gelince sinema sahipleri ilk kez yazlık sinemaya başlıyor. Arkadaşım da eline kilimi alıp “hadi diyor çatıya çıkalım.” Ben heyecanla onu takip ediyorum. Tavan arasında iki büklüm örümcek ağlarının arasından sıyrılıp çatıya çıkıyoruz.
O benden üç yaş büyük. Onunla arkadaşız ama ara ara baktığımda bir kardeşlik hissi duyuyor, abi olarak görüyorum onu. Belki bu duygu abimin olmayışı nedeniyle oluşuyor. İnsan ruhu karışık biraz. Bu yüzden Freud, Lacan, William Reich gibi psikanalistler var.
Çatıdan Yeni Sinema’nın sahnesi güzel görünüyor. Kilimi serip oturuyor ve oradan filmi izliyoruz. Gecenin karanlığında oynayan film, izleyiciler üzerine düşmüş gölgeler ve filmin sesinden başka bir şey dikkatimizi çekmiyor. Mahalle evine çekilmiş, bahçelerde ağaçlar hüzne çekilmiş, dere rüzgarı insanı yalıyor.
Biz bir iki akşam daha çıkıyoruz çatıya, sonra vazgeçiyoruz. Oturup kitap okuyoruz. Sinemaya bilet alıp gündüz gidiyoruz. Annelerimiz arkadaş onlar da haftanın iki günü sinemaya gidiyorlar.
Arkadaşımın hastalığını hatırlıyorum. On gün boyunca her gün onlara gidiyorum. Yalnız bırakmıyorum. Sanki ben abiymişim duyguları içinde ilgileniyorum. Anılarım bölük pörçük, yıllar o kadar fazla ki artık unutuyorum bazılarını, bu yüzden aklımda kalanları yazmak istiyorum.
Sonra arkadaşım ve ailesi Ankara’ya taşınıyor. 47 yıl boyunca hiç görüşmüyoruz. Zaman zaman aklıma geliyor elbet ama hayat herkesi bir yere sürüklüyor. Herkes kendi hikayesini yaratıyor ve yaşıyor. O da uzun yıllar boyunca bu kasabaya gelmiyor. Ben de hayatımın uzun bir anını İstanbul’da yaşıyorum.
47 yıldan sonra Bulancak Meydanı’nda Faruk’la (Güngör) oturmuş sohbet ediyoruz. Baddoş (Bahtiyar Aktaş) kıymetli hikayeler anlatıyor. İskelenin tarihinden bahsediyoruz. Orada nefes aldığımızdan, eski iskelenin güzel olduğundan bahsediyoruz. Bir yerde oradan denize düşüp boğulanlar, denize atlayıp hayatlarına son verenler konu ediliyor. Burada Karadeniz’in ürkütücü olması geliyor aklıma. Yıllar önce iskelede yüzerken suyun içine girdiğimde asla denizin dibine bakmazdım .
Konu ölümlere geliyor ve orada arkadaşımı anlatıyorum Faruk’a, o da telefonu var ben görüşüyorum deyip telefon açıyor. Şaşıp kalıyorum. Faruk’ un Bulancak’ta insan ilişkilerinde kütüphane gibi olduğunu unutmuşum.
Konuştuktan sonra telefonu alıyorum. Ne kadar genç bir sesi var diye düşünüyorum. 47 yıl sonra ilk kez sesini duyuyorum. Yaşlarımızı, annelerimizi, yıllar önce yaş günümde aldığı kitaptan bahsediyoruz. Sesini duymak beni ilk gençliğime götürüyor.
Bir gün mutlaka yan yana geleceğiz. Hayat hayli şaşırtıcı ve sürprizlerle dolu. Tezer Özlü, Çocukluğun Soğuk Geceleri’ni yazmış. Benim çocukluğum bu yağışlı Karadeniz kasabasında güneşli duygular içinde geçti. Biraz da isyankar duygular…
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)