2004-2009 yılları arasında çalıştığım Aydındere İlkokulu’na gidiş serüvenim benim için önemlidir. O yıllar, çalıştığım okul, arkadaşlarım, her gün gittiğimiz 2 saatlik yarı toprak, yarı stabilize yol bende güzel duygular bıraktı…
2004-2009 yılları arasında çalıştığım Aydındere İlkokulu’na gidiş serüvenim benim için önemlidir. O yıllar, çalıştığım okul, arkadaşlarım, her gün gittiğimiz 2 saatlik yarı toprak, yarı stabilize yol bende güzel duygular bıraktı.
Yol hikayelerine hep ilgi duydum. Ömer Kavur ‘un Amansız Yol ve Ah Güzel İstanbul filmlerindeki İstanbul-Mardin arasındaki yol güzergahı aklımdan çıkmaz. Zaten bizim hayatımız da bir tür yolculuktur. Sadece gideceğimiz son duraktan sonrasını bilemeyiz. Ama hayatta yaşadıklarımız bir tür irili ufaklı duraklarda yaşadıklarımızdır.
2004’ ün Haziran ayında İstanbul’dan tayin olduğum bu köye uzun yollar kat ederek geldiğimde hava güneşli, geceleri yıldızlı, ki herhalde yıldızlar en net haliyle Derecikalan’ın tepelerinden görülür. Orada öyle etrafa bakıp durdum. Yanımdaki arkadaş İstanbul’un canlı yaşamından sonra burada nasıl yaşayacaksın dedi. Ben ona yaşarım dedim.40 yaşındayım ve çevremde hep 22-23 yaşında insanlar var.
Bazen gençlerle arkadaşlık insanı gençleştirir diye düşündüğüm oldu. Ama burada da gençlerin genç fikirleri var mı, yoksa erkenden hayat karşısında yenilgiyi kabul mü ettiler, sorularını sordum kendime.
Alışmaya çalıştım oraya, iki sınıflı bir okulda 1,2,3 sınıflarını eğitmeye başladım. Evet yoldan bahsetmiştim. Sabah 7’ye 10 kala Bulancak meydanında servis aracına biniyorduk. 16 kişiden az değildik. Ballıca’yı aşıp Pazarsuyu kenarından gideceğimiz Kovanlık Aydındere yolundaki rutinimiz genel olarak aynıydı.
Genelde önde otururdum ve yanımda okul müdürümüz Hasan Hoca vardı. O da ben de Bozat sapağından sonra uyurduk. Bu yolu çabuk bitirmek uykuyla mümkündü. Arabanın içinde Türkiye’nin farklı yerlerinden gelmiş, farklı kültürleri, inanışları olan öğretmenler olarak bir aradaydık.
İki saat gidiş İki saat dönüş ve okuldaki birliktelik derken hepimiz kendi ailemizden daha fazla birlikte zaman geçirdik. Henüz HESlerin yapılmadığı bu yıllarda İstanbul’dan nüfus kalabalığından kaçan ben burada ağaçların ve ormanların kalabalığından memnun kalmıştım.
Bazen ders bittiğinde önceden yol yürür, derenin ortasında büyük bir kayanın üstüne çıkar ve yatardım. Gözlerimi kapattığımda derenin güçlü sularının seslerini dinlerdim. Bir süre sonra servis gelir, ben de binerdim.
Serviste muhabbetler yapılır, şarkı söylenir miydi, hatırlamıyorum şimdi, bir süre sonra neredeyse herkesin yorgunluktan gözleri kapanırdı. Bir gün Tandır Köyü sapağında yaşlı bir karı koca durdurdu bizi. Onları arabaya aldık. Yola devam ediyoruz. Ben de arkada oturuyorum, kadın bize dönerek kızının kaçtığını yanında teyzesinin kızı olduğunu söyledi. Yaşlı kadının amacı Kovanlık jandarmasına yetişip onları yakalatmaktı. Ben kızların yaşlarını sordum, aldığım cevap 18 olunca jandarmanın yapacağı bir şey olmadığını, kızların reşit olduğunu söyledim.
Yaşlı kadın kafasını kaldırıp hışımla “hep sizin gibi öğretmenler yüzünden oluyor bunlar ” demez mi.. bizim bayan arkadaşlar ne desinler, sustular. Ben oturduğum yerden kadını epey bir payladım. Böyle öğretmenlere saygısız davranan insanlar da gördük, nezaketli insanlarla da yaşadık.
Beldenin bir imamı vardı örneğin, sanırım 10 yılı aşkın bir süredir orada çalışıyordu. Onun gibi saygılı ve nezaketli bir insana az rastlanır. Farklı düşüncelerde de olsak o asla bunu yansıtmazdı. Onu yıllar sonra tayin olduğu yeni yerinde ziyarete gittim. Görev yaptığı cami, çiçeklerle dolu bahçesi ve kütüphanesi çok hoşuma gitti.
Bulancak Aydındere arasındaki yol genelde kıvrımlı bir vadi ve dere kenarı rotası izler. Yalnızca Kovanlık ‘tan Sofullu Köyü yol kısmı dağlıktır. Kışın çoğu köylerde yol kapanırken bizde kapanma olmaz. Sadece Sofullu Köyü yokuşu sorun yaratır. Onu da karayolları açar.
Arabamız kimi zaman bozulur, bazen lastik patlar. O anlarda erkek öğretmenlerin çoğu tamirciye dönüşürler. Onlar bu durumda şoföre yardım ederler.
Bizim ilk servisimizde şoförümüz Yücel’di. Yaşına göre ciddi ve oturaklı bir gençti. Aslında köylü gençlik saygılı, selam sabahı bilen bir gençliktir. Yücel de öyleydi. Örneğin ben onun yaşının iki katıydım ama onunla konuşurken sanki yaşıtım biriyle konuşur gibiydim. Bu köylerde insanlar onca yoksulluk içinde pırıl pırıl gençler yetiştiriyorlardı. O gençler idareli yaşamayı bilen gençlerdi.
İkinci şoförümüz de Halis idi. Halis benim orada herkesten çok sohbet ettiğim bir kişiydi. Elbette oyunu AKP’ ye vermiş bir yurttaşımızdı o. İslami geleneğe ta 12 Eylül öncesinde bağlanmıştı. Anlatımından aklımda kalan 1979 İran İslam Devrimine saygısı vardı. Aradan yıllar geçmiş tabii, uzun yıllar Erbakan ve hareketini desteklemiş sonra da AKP’ye gönül vermişti. Aslında bu durum bir Türkiye gerçeğiydi ve bu gerçeği anlamayan bizdik. Aydındere gibi yüksek beldelerde, köylerde yaşayan insanlar gelişen Türkiye’den, yani pastadan pay istiyorlardı. Uzun yıllar boyunca bu köylerde tıpkı Kürt köylerinde olduğu gibi devlet deyince insanların aklına jandarma ve vergi geliyordu. İnsanlar iyi yaşamak adam yerine konmak, kentlerde yaşamak istiyorlardı.
Sanırım AKP insanları bu noktada cezbetti ve desteğini aldı. İnsanlar ilk kez az da olsa somut bir şey gördüler.2000’li yıllarda AB umudu, AB kredileri geldi. Bugün bile alınan tarım desteği AB fonlarından gelmektedir. Demokratik çözümleri ve Kürt meselesiyle ilgili olumlu konuşmalar ve uygulamalar insanları bir nebze olsun rahatlattı. O zamanki sohbetlerde bu yaklaşımlar ve yumuşak bir bakış açısı vardı. Ne zaman AKP aşırı milliyetçililerle ittifaka girdi. O zaman tüm olumlu gelişmeler geriye doğru gitti. Her şeye rağmen yüzde otuzluk bir kitle içlerinde burukluk olsa da desteğini sürdürdü, sürdürüyor. Ben Halis’le başka bir hayatın varlığını, duygularını onunla konuşa konuşa öğrendim. Bizim ülkemizin böyle bir yanı vardı. Muhafazakar sağ bir tabana yatkın bir geçmişimiz vardı bizim. Örneğin hem yola bakıp hem de konuşurken şoförümüzün dediği lafı hiç unutmam. Halis ,İsmet İnönü’yü çok eleştirirdi. Aslında sadece o değil Menderes’ten dolayı pek çok kişi eleştirirdi. Ne var ki bana göre Demokrat Parti döneminin propagandasıydı o eleştiriler. Kısacası CHP benimsenmezdi. Halis de öyle düşünürdü ve ben ona “CHP ne yapmış ki bak ben de sosyalizmi savunuyorum” derdim. O da “hocam sen sosyalizmi tabii savun, siz iyisiniz CHP sizin gibi değil” derdi. Ben de önce şaşar, sonra susardım. Sonra da tek parti döneminin estirdiği baskılar ve aşağılamalar aklıma gelirdi.
Sadece birkaç örnek vereyim. Yüksek köylüler çok eskiden ihtiyaçlarından fazla odun kestiklerinde Orman korucusu tarafından yakalandıklarında neredeyse korucuya yalvarırlarmış “bizi kasabaya savcılığa götürme çok uzak, ne cezası keseceksen burada kes” derlermiş. Bazı korucuların insanı ağaca bağladığı da olmuş, o da cezasını böyle çekmiş.
Bir de orada eski adları olan “Kızılev” köyünün sakıncalı olma hikayesi var. Kızılağaçlardan örtülmüş ev çatıları yanlış anlaşılınca Kızılev ismi kaldırılıp Aydındere olmuş.12 Eylül’den bir hafta sonra onlarla aynı karakolda gözaltında kaldım ve ben bir öğretmen olarak kendi memleketimin Kızılev diye bir köyü olduğunu öğrendim. Ah o günler…Yol mu vardı Kızılev’e? Yol Bozat sapağına kadardı.
Şimdi 2004 yılında ne kadar şikayet etsekte Halis bizi kıvrım kıvrım yollardan, vadilerden geçirip okulumuza götürüyordu.40 yaşındaydım ve yorulmuyordum, orada mutluydum. Bizim halkımız onlardı işte, kar altında kilometrelerce yolu yaya yürüyen, ayaklarında 5 yün çorap giyip üşümekten korunmaya çalışan çocuklardı onlar…benim gözümde bu çocuklar sıcak yuvalarında oturup özel okullarda baba parasıyla okuyan ve haksız diploma alan çocuklardan çok daha değerliydi ve değerlidir.
Emeğinize sağlık hocam çok iyi bir gözlemci ve yazarsınız. Eğitim hayatımın ilk yıllarında sizinle karşılaşmak ve emeklerinizi boşa çıkarmayıp sizin yolunuzdan devam ettiğim sizin bizlere yaptığınız gibi güzel kalpli öğrenciler yetiştirdiğim için çok mutluyum. İyi ki varsınız.